Varoluşçuluk ne zaman ortaya çıktı?

06.03.2025 0 görüntülenme

Varoluşçuluk, 20. yüzyılın felsefi akımlarından biri olarak kabul edilir ve insanın varoluşunun anlamı, özgürlüğü, sorumluluğu ve bireyselliği üzerine odaklanır. Ancak, tam olarak ne zaman ortaya çıktığı sorusu o kadar da basit bir cevapla geçiştirilemez. Çünkü varoluşçu düşüncenin izleri, daha eski filozofların eserlerinde de görülebilir.

Varoluşçuluğun Kökenleri

Varoluşçuluğun kökenleri, 19. yüzyılın ortalarına kadar uzanır. Danimarkalı filozof Søren Kierkegaard, genellikle varoluşçu düşüncenin babası olarak kabul edilir. Kierkegaard, bireyin inanç seçimlerinin ve bu seçimlerin sorumluluğunun önemini vurgulayarak, daha sonraki varoluşçu filozofları derinden etkilemiştir. Onun eserleri, özellikle "Korku ve Titreme" ve "Ya/Ya Da", varoluşsal kaygı, inanç ve bireysel sorumluluk gibi temaları işlemesiyle dikkat çeker.

Bir diğer önemli figür ise Alman filozof Friedrich Nietzsche'dir. Nietzsche, "Tanrı öldü" ifadesiyle, geleneksel ahlaki ve metafiziksel değerlerin çöküşünü ilan etmiştir. Bu durum, bireyin kendi değerlerini yaratma özgürlüğüne ve sorumluluğuna işaret eder. Nietzsche'nin "üstinsan" kavramı, bireyin potansiyelini gerçekleştirme ve kendini aşma çabasını temsil eder. Her ne kadar Nietzsche kendisini varoluşçu olarak tanımlamamış olsa da, fikirleri varoluşçu düşünceye önemli katkılar sağlamıştır.

Varoluşçuluğun Yükselişi

Varoluşçuluk tam anlamıyla 20. yüzyılın başlarında, özellikle de İkinci Dünya Savaşı sonrasında popülerlik kazanmıştır. Bu dönemde, savaşın yıkıcı etkileri ve insanın anlamsızlıkla yüzleşmesi, varoluşçu temaların daha geniş kitleler tarafından benimsenmesine yol açmıştır. Jean-Paul Sartre ve Albert Camus gibi yazarlar, romanları, oyunları ve felsefi denemeleriyle varoluşçu düşünceyi yaygınlaştırmışlardır.

Sartre, "Varoluş Özden Önce Gelir" sözüyle özetlenebilecek temel bir varoluşçu ilkeyi ortaya koymuştur. Ona göre, insan önce var olur, sonra kendi özünü kendi seçimleriyle yaratır. Bu da bireye muazzam bir özgürlük ve sorumluluk yükler. Camus ise, "Saçmalık" kavramını kullanarak, insanın evrende bir anlam bulma çabasının sonuçsuzluğunu vurgulamış, ancak bu durumun insanı eylemsizlik ve umutsuzluğa sürüklememesi gerektiğini savunmuştur. İnsanın bu saçmalıkla yüzleşerek kendi isyanını yaratması ve anlamı kendi eylemlerinde bulması gerektiğini belirtmiştir.

Varoluşçuluk, sadece felsefi bir akım olarak kalmamış, edebiyat, sanat, psikoloji ve hatta siyaset gibi birçok alanı da etkilemiştir. Özellikle psikolojide, varoluşçu terapi, bireyin anlam arayışına, özgürlüğüne ve sorumluluğuna odaklanarak, kişisel gelişimine yardımcı olmayı amaçlar.

Özetle, varoluşçuluğun ortaya çıkışı tek bir tarihe bağlanamaz. 19. yüzyılda Kierkegaard ve Nietzsche'nin düşünceleriyle temelleri atılan bu akım, 20. yüzyılda Sartre ve Camus gibi isimlerle popülerlik kazanmış ve günümüze kadar etkisini sürdürmüştür. Varoluşçuluk, insanın varoluşsal sorunlarına çözüm arayan ve bireyin özgünlüğünü vurgulayan önemli bir felsefi yaklaşımdır.